11 Aralık 2006 Pazartesi

Maurice Merleau-Ponty ve felsefenin krizi

Edmund Husserl'a göre Avrupa, bilim fikrini salt gerçeklik bilimi düzeyine indirgeyen pozitivizm'in etkisindeydi ve bu bilim hayata yönelik olma hasletini yitirmişti. Sözkonusu bilimsel krizi aşmak, ancak kendi geliştirdiği fenomenoloji (göstergebilim) ile mümkündü. Çünkü gelişmeleri hedefe yönelik bir zihniyet çerçevesinde ve son sorumluluğu taşıyan bir tarzda inceliyordu.

Oysa Maurice Merleau-Ponty krizin çok daha radikal olduğunu ve felsefi düşünme tarzının geleneksel araçlarıyla ifade edilemediğini düşünüyordu. Descartes'tan bu yana "düşünüyorum" (cogito) ifadesini mutlak hareket noktası gören felsefi düşünme tarzı başarısızlığa uğramıştı.

Rene Descartes, "nesnel" idrakin bizi doğanın hükümdarları ve sahipleri yapacağı kehanetinde bulunmuştu. Gerçekten de 17. yüzyıldan bu yana geçen sürede idrak, insanın dünyada hükümranlığına vesile olmuştur. Fakat bu düşünüş aslında çok daha eskiye, antik çağa kadar uzanır. Plato ve Aristo'ya göre ölümlü insan, sağduyusu ile tanrısal varlığı özgür bir biçimde idrak ederek, tanrı karşısındaki aczini tamamen aşamasa bile dayanılır seviyelere indirger, ve bunu yapabildiği ölçüde tanrısallıktan pay sahibi olurdu. Bu düşünme tarzı Avrupa ruhunun kökenidir.

Bu düşünme tarzı Hristiyanlık inancını da etkileyerek, Tanrı'yı evrenin dış yaratıcısı konumuna dönüştürmüştü. Doğa, yaratıcının bir eseri olarak nesneleştirilmişti. Artık amaç, kendisine ilahi bir armağan olan idrak yardımıyla doğa üzerinde hakimiyet tesis ederek cenneti yeniden kurmaktı.

Ve insan giderek doğanın yönlendiricisi, hükümdarı ve sömürücüsü haline dönüştü. Tanrı benzerliğine ulaşma arzusu, insani faniliğin korkuyla reddedilip, insanın bu şekilde hakim konumda idrak edilişini gitgide daha berlirginleştirdi.

Merleau-Ponty "Göz ve Ruh" başlıklı denemesine şöyle başlar: "Bilim nesneleri yönlendirir ve onların içinde var olma hakkından feragat eder...Öyle ki, sözkonusu nesne bizi hiç ilgilendirmiyor gibidir. Fakat görünüşe göre onun kaderi bizim sanatsal faaliyetlerimiz lehine önceden belirlenmiş gibidir de."

Merleau-Ponty, en başından itibaren bilimlerin bu eğilimini karşısında yer alıyordu. Varoluşun kendi anlamını dile getirmek, "nesnelerin kendilerine" işaret etmek, bir bakıma, onların sözlerini bitirmelerine izin vermek istiyordu. Bu amaç dikkate alındığında, "nesnelerin kendilerine doğru" diyen fenomenolojiden etkilenmesi normaldi. Ama yine de pozitivizmin arzuladığı, idrak eden özneyle idrak edilen nesnenin "tam örtüşmesi" ve "eksiksiz biliş" talebine mağlup olunmamalıydı.

Ona göre yeni bir felsefe için vazgeçilmez olan ve en başta gelen husus, tarihin temel hatlarının aksine, "hükmetmek istemeyen idrakin" yeteneklerini geliştirmekti. Buna göre, fenomenolojik düşünme tarzı "öznellik" felsefesini aşmalıydı.

"Hiç bu kadar radikal olmamış olan" kriz, öznellik felsefesinin, ve bu felsfenin seleflerinin ve haleflerinin, "tanrısal" hükümranlık talebinden kaynaklanan bir krizdi. Buna göre ilk başta gelen dönüşüm, insanın dünyasal varoluşunun başlıca özelliğine, yani faniliğine yönelik idrakte olmalıydı. Bu yeni idrak doğrultusunda her türlü tanrısallık talebinden vazgeçilmeliydi. Beşeri idrak, faniliğini, aşılması gereken değil kendisini mümkün kılan bir husus olarak idrak etmeliydi.

Kaynak: 20.Yüzyıl Filozofları- Margot Fleischer- İlya Yayınları-2003 (Çeviri iyi)

Powered by Blogger